4 Mart 2011 Cuma

Fener-Balat

Eminim birçoğunuzun duyduğu, merak bile etmediği, ancak görmediği için ne yazık ki çok şey kaybettiği bir semt Fener ve Balat...
Aslında ne kadar yakınsan o kadar uzaksın sözünü anımsatan bir gerçekliği var bu semtin. Heryere yakın ama, nasılsa yakın ve önemsiz diye de bir o kadar uzak. Pek kimsenin yolu düşmez bu semte sanırım, çünkü sahilinde yürürken fark ettim ki inanılmaz bir araç trafiğine rağmen aslında nerdeyse hiç yayası yok bu semtin. O canım deniz kenarı, iskeleleri, parkları, belediye tesisleri ile yalnız içine kapanık bir semt. Ben de bir iki defa önünden geçmiştim aslında vakt-i zamanında, ancak bu sefer çok yakın bir arkadaşımın yeni açtığı dükkanını ziyarete gittiğimden dolayı semtte vakit geçirmek şansını yakaladım. İyiki de yakaladım. Öncelikle inanılmaz bir sahili var bu semtin, yanı başında yemyeşil bir parkın eşlik ettiği uzunca bir yürüyüş yolu olan, seyrekten balıkçıların avlandığı ve takaların bağlandığı. Sonra her adımda tarihi dokusuyla sizi büyüleyen bir manzara ekleyin, bir yanı deniz diğer yanı tarih olsun; hatta mahalle aralarına girdikçe çocukluğumuzda izlediğimiz Perihan abla dizisine benzer görüntülerle geçmişten günümüze bozulmadan kalmış bir semt düşünün. Kıyısında o muhteşem bulgar kilisesi (ki ben katedral bile olur dedim bu güzellik için), tepesinde meşhur insanı rengiyle büyüleyen Kırmızı Mektep ile daha bir güzel. Eminönünden yürüyerek bir 30 dakikada varabileceğiniz kadar yakın ve bir o kadar güzel bir semt burası. Belediyenin tesislerinde ucuz ve oldukça lezzetli yemekleri, güzel bir servis eşliğinde denize nazır yiyebileceğiniz de bir semt burası. Sonra çok sevgili arkadaşım ve ailesinin işlettiği güzel mi güzel dükkanı Nicomedian'da sıcak bir sohbet eşliğinde kahvelerinizi yudumlayıp, ev yapımı leziz tatlılarını yerken aynı zamanda hediyelik eşyalarda bakabileceğiniz bir semt burası. Kısaca kaçırılmayacak bir başka diyar.
Gidin ve kaybolun; bana çok teşekkür edeceksiniz ;)

27 Şubat 2011 Pazar

Taksim'de hotspot Kitchenette


Herzaman sizler için en güzelini seçmek adına, yeni bir tecrübemi paylaşmak istiyorum. Eğer aradığınız biraz kalite, sakince çalışabileceğiniz veya sohbet edebileceğiniz bir ortam ve ortalama fiyatlar ise; Taksim Kitchenette tam sizlere göre...

 Klasik ve şık bir dekorasyon ile donatılmış bu mekan, Taksim gibi bir yer için biraz fazla kaçabilir; ancak kaliteden ödün vermem diyorsanız, burası sizleri bekliyor. Lezzetler açısından çok büyük beklentilere girilmemeli, ancak teknik açıdan başarısız değil tatlar (yani kötü değil, şahane hiç değil). Fiyatlar Taksim için fazlaca olsa bile, mutlaka kaliteli olsun diyenler için meydandaki ender seçeneklerden biri. Fiyatlar hakkında küçük bilgiler verirsem; ana yemek için 20-40 tl, alkolsüz içecekler 6-10 tl, şarap kadeh 15-20 tl (ortalamanın oldukça üzerinde), tatlı 10-15 tl civarında...

Eğer arkadaşlarınızı beklerken bir kahve içer ve belki sevdiğiniz yazarınıza da denk gelirsem derseniz; görüşmek dileğiyle ;)

24 Şubat 2011 Perşembe

Sanatta Boyut Atlamak

Yine sizlere en yeni trendleri taşıyan web siteniz aracılığıyla 3.boyutta son noktayı aktarıyoruz..
Artık tüm sanat dalları birbirinin içine girip yeni füzyon sanatı oluşturmaya başladılar. İşte bunlardan biri de resim sanatının 3. boyutunda saklı. Birbirinin ardısıra duran düzlemsel cam parçaları bir sanal 3 boyut oluşturarak ressama perspektif yaratıyor. Ancak zor olan bu her boyutun ayrı ayrı planlanarak boyanması. Gerçekten büyük bir yetenek, ön görü ve iq isteyen bir çalışma.
Bizden ve yeni haberlerimizden çok uzaklaşmayın...

22 Şubat 2011 Salı

Çok yakında şişmanlık ve tüm diğer sorunlar bu şırıngayla sona erecek!

Milyonlarca insanın hayatını kaybetmesine sebep olan obezite kaynaklı metabolik sendrom, kalp krizi ve şeker hastalığı yakında tarih olacak.
Danimarkalı bir ilaç firmasının ürettiği iğne mucize yaratacak cinsten. İğnenin içeriğinde Liraglutide isimli bir madde var. Bu maddenin, kan basıncını düşürdüğü, kolesterolü düzenlediği ve diyabet hastalığına da iyi geldiği belirtildi. İğne 550'den fazla obezite hastası tarafından denendi. Denemeler sonunda başarılı olduğu görüldü. Cilt altı yağ dokusuna enjekte edilerek kullanılan ilaç bir çok hastalığa son getirecek.

Ek bilgi: Bir çok hastalığı tedavi eden bu iğnenin, aynı zamanda altı ay içinde iki beden incelmeyi sağlayacak yan etkilere sahip olduğu bildirildi.

Bigburger

Dünyanın en leziz, yağsız ve sağlıklı burgerini yemeye hazırsanız, işte bir Tommytrend klasiği; Bigburger...
Sizde benim gibi burgerlere karşı inanılmaz bir sevgi besliyorsanız, üzülmeye gerek yok. İşte size süper lezzetli ve light bir bigburger tarifi.
Malzemeler:
150 gram bonfileden çift çekilmiş kıyma (hem yağsız bir ettir, hem de ineğin en lezzetli kısmıdır)
1 yumurta
1 büyük soğan
1 domates
2 dilim light kaşar
1 Hamburger ekmeği (Uno olsun çünkü vitamin ve kalsiyum katkılı)
Marul, acı sos (metabolizmayı hızlandırır), kırmızı biber, karabiber, kimyon, sarımsak, tuz (sodyumu düşük), galeta unu
Yapılışı: Yumurta'nın sarısını alıp kıyma ile yoğurun, karışıma yarım rende soğan ve sarımsak ekleyin, yarım çay kaşığı kırmızı biber, karabiber, kimyon ve tuz ekleyin ve iyice karıştırın daha sonra suyunu çekecek ve köfte kıvamına gelecek kadar galeta unu ekleyiniz. Hazırladığınız kalın köfteyi ızgarada yağsız pişiriniz. daha sonra Burgerin içine soğan dilimi , domates dilimi ve yeşillik ekleyin köfteyi koyup üzerine kaşar dilimlerini ekleyip, acı sos ile servis ediniz.
Kalori değeri: 500 kcal (burger king veya mc donalds kalorisinin yarısına denk gelir)
Protein değeri 50 gram
Yağ değeri: 15 g ram
Karbonhidrat değeri, 60 gram
Hepinize sağlıklı afiyet dolu günler...

Pizza'dan mı sağlığımızdan mı vazgeçelim?

Cevap basit; Hiçbiri!

Günümüzde kimsenin bu soruya vermeyeceği cevabı verdiğimi biliyorum. Lakin bazı basit kurallarla kilo aldırmayan pizza yapmanız mümkün. Pizzada kalorinin en büyük kısmını hamur oluşturur, oysa ki lezzetin büyük kısmını üzerindeki malzeme vermektedir. İşte bu yüzden sağlığımızdan vaz geçmeden, lezzeti yakalamak adına, bu sabah taze taze yaptığım ve sadece 500 kalori değerinde (günde 1500-2000 kalori ihtiyacımız var) kocaman bir pizza tarifi geliyor. Bu arada gerçek italyan pizzaları ince çıtır hamur üzerine yapılmış karışımlardan oluşur, bunu da hatırlatmak istedim ki yiyeceğimiz şey çakma bir pizza tarifi değil, tamamen orjinal bir pizza tarifidir. Artık her markette kolayca bulabileceğiniz tortilla ekmeğinden alarak pizzamıza başlıyoruz. Tortilla ekmeğinin bir dilimi 65 gram olup oldukça az hamur içerir. Üzerinize hazırlayacağımız ufak bir karışımla (salça, sarımsak, acı biber, su ve tuz) lezzet verip, pizza sosumuzu sürüyoruz. Ardından üzerine arzuya göre kekik ve fesleğen serpip, az yağlı kaşar dilimlerimizi, pastırma dilimlerimizi (en az yağlı şarküteri ürünü olduğundan) serip, arzuya göre yeşil biber, zeytin, mantar ve mısır ekliyoruz. 220 derece önceden ısıtılmış fırında 5 dakika peynir eriyip hamur çıtırlaşana kadar bekletiyorsunuz. Ve işte müthiş 500 kalorilik sağlıklı pizzanız hazır, hem de orijinal italyan damak tadıyla.

Unutmayın, güzel yaşamak için her zaman bir şeçenek daha vardır!

Uzun yaşamak mı yoksa kaliteli yaşamak mı?

Son dönemlerde sürekli yazılan uzun yaşam yazılarını okumaktan oldukça sıkıldım. 100 yaşına gelen insanlara nasıl başardıkları sorulur ve bu övgüyle referans olarak bizlere anlatılır. Peki gerçekten 100 yaşına kadar yaşamak önemli midir? O denli yaşlı ve sağlıksız, birilerine muhtaç halde var olmak, gerçekten var olmak mıdır?
Yapılan araştırmaları incelediğinizde uzun yaşam için sırları okuduğunuzda, farkına varıyorsunuz ki aslında bu insanlar gece hayatı yaşamamış, sık seyahate etmemiş (seyahat ölüm riskini arttırıyor), motora binmeye özenim yapmamış (isteklerini ertelemiş ve ölüm riskini azaltmış), yemek istediği çoğu şeyi tatmamışlardır. Peki sırf 100 yaşına kadar yaşamak adına tüm hayatımızı bir fanusta yaşıyormuşçasına zevklerden ve renklerden arındırmalımıyız? Kişisel düşüncem tamamen denge üzerine kurulmuş, ne efsanevi oyuncu James Dean gibi hızlı yaşayıp genç ölmeli ne de 100 yaşına kadar bitkisel bir hayat sürmeli. Evet sağlığımıza dikkat etmeliyiz, çünkü ne zaman öleceğimizi ve genetik olarak ne hastalıklara yatkın olduğumuzu bilmiyoruz; ancak şunu da unutmamalıyız ki hayata birkez geliyoruz ve doya doya yaşamadıktan sonra yaşamanın ne anlamı kalır.
Ne 100 yaşına kadar silik yaşayın, ne de James Dean gibi genç yaşta ölmüş bir efsane olarak kalın.

Kendi bedenine saygı duymayan insana kimse saygı duymaz!

Yıllar yılı spor yapan zaman zaman iş hayatında fırsat bulamayan ancak eninde sonunda spora geri dönen biri olarak şunu söyleyebilirim; spor yapmayan biri bedenine saygı duymuyordur ve kendi bedenine saygı duymayan birine kimse saygı duymaz.
Ebru Şallı şişmanlar konusunda yaptığı konuşmadan dolayı çok tepki çekerken, diğer yanda Ayşe Arman şişmanlar hakkında yazılar kaleme alıyor. Düne kadar şişmanlık yüzünden ayrımcılık yaşadığını iddia edenler bugün sağlıklı bireyler tarafından desteklenir, anlaşılır noktaya geldiler. Hatta meşhur birkaç tanede obez gazeteci ve medya mensubumuz türedi. Şişmanlık kadar sağlıksız bir durumun savunulası bir yanını görmediğim gibi, anlaşılır olmasını sağlamaya yönelik bu çalışmalarıda gereksiz ve anlamsız buluyorum. Kendilerine zarar veren bu obez camia desteklenerek ancak daha fazla rahatlık kazanır görüşündeyim. Kendi bedenine saygı duymayan insanların anlaşılır bir yönünü görmediğim gibi, bu tip insanlarada saygı göstermeyi gereksiz buluyorum. Madem sen kendine saygı duymuyorsun ben de sana duymuyorum. İnsan hakları uyarınca ve medeni bir insan olarak hayatınızı zorlaştırmaya çalışmıyorum. ancak tekrar ediyorum size saygı duymuyorum ve sizi anlamak istemiyorum.
Sözü uzatmadan şunu belirtmeliyim; evet spor yapmak ve boğazına sahip olmak kolay değil, ancak zor hiç değil...

İsveç; Malmö İkea'nın anavatanı

İsveç; Malmö İkea'nın anavatanı
Elbette Danimarka seyahatine gitmiş bendeniz, Avrupa metro ve tren işletmelerinin avantajlarından yararlanıp İkea'nın anavatanı İsveç; Malmö'ye de uğradım.
Havaalanından Copenhag'a iner inmez otelimi bulduktan sonra ilk yaptığım iş tren istasyonuna giderek Malmö'ye bilet almaktı. Ancak dikkatli olmanızı öneririm dilleri çok eğik diyebileceğim bir okunuşa sahip olduğundan Malmö diyince başka bir bilet verebiliyorlar. İsimler çok benzer ve bizlerin telafuzu kolay olmuyor. Evet biletimi aldıktan sonra heyecanlı bekleyişim başladı. Ve daha başlarken bitti o da nedir. Danimarka ve İsveç yalnızca bir köprü ile toplam 45 dakikalık bir yolculukla ayrılıyor. Yani yoğun trafikte taksin nişantaşı kadar bir süre. Ve evet İkea yolun üzerinde kayar gibi geride kalıyor. Kendimi çocuksu bir keyifte buluyorum, güçlü ve güzel bir marka ikea, üstelik daha ülkemize gelmeden biz Avrupa gezginlerinin çoktan kalbini fethetmiş bir markaydı. Her ne kadar mobilyalarının kalitesi çin mallarını aratmasada ilginç tasarımları ile bir "Home sweet home" konsepti. Evet sonunda trend istasyonuna geliyorum ve inince yine Danimarka'yı anımsatan bir manzara, heryerde bisiklet yolları ve bir klasik olarak herkes bisiklet sürüyor. Malmö hakkında ne yazık ki çok fazla şey anlatamayacağım çünkü öyle ufak bir şehir ki gezmem toplam 1 saati almadı bile. Dediğim gibi İstanbul'dan sonra heryer köy bizlere :) Ama bu köy çok duru ve güzel, açıkçası Danimarka'ya çok benzer olmasına rağmen ben İsveç'i daha Avrupalı, daha sade ve daha duru buldum.
Akşamında konser için meydanda hazırlıklar sürerken ben maceralarıma devam etmek adına Copenhag'a geri dönme yoluna girdim.

Danimarka'dan son durum!

Kasım ayında Danimarka'ya yaptığım seyahat ve edindiğim izlenimleri, sizlerle paylaşmak istediğim; bu 2010 yılının son yazısında, oldukça farklı tecrübelerimi anlatacağım. Dürüst olmak gerekirse bu seyahatimde elimden geldiğince şehiri gezmeye çalıştım ki sizlere en doğru hikayeyi anlatabileyim. Sıkıldım mı hayır, eğlendim mi evet, peki gerçekten değer mi? Ne yazık ki hayır.
Yıllar boyu ailelerimizin gözlerimizde büyüttüğü Avrupa aslında ne yazık ki bir çok küçük köyden ibaret bir mecra. Örneğin Danimarka; toplamda 5 milyon nüfusu ile istanbul'un bir yakasından bile ufak, üstelik başkent Copenhag 500 bin nüfusuyla şişli belediyesinden bile küçük. Meşhur Avrupa birliğine girmemize en karşı ırklardan olup bizi yetersizlikle suçlayan bu ülke aslında Avrupa olmaktan çok ama çok uzaklarda. Bir diğer gerçekse halkının bunu bilmesi, türkleri sevmesi ve bize kesinlikle karşı olmamaları. Aslında temelde herşey hep söylendiği gibi politik.
Bu kadar politikadan sonra neler yaşadım bakalım... Evet öncelikle The Square Hotel'de kaldığımı belirtmek isterim. Şehir merkezinde çok lüks bir otel. Oldukça keyifli bir çalışan grubu ile bana hayli yardımcı oldular. İlk önerileri uyarında şehir merkezinde sokaklara daldım ve en büyük sokağının 300 metrede bitmesi bayağı yazık oldu. Ne yazık ki İstanbul'a alışmış benim için herşey çok ufaktı. Şehir boştu, hava çok soğuktu ve fiyatlar çok uçuk. Seçeneksizlikten bir İrish bar buldum ve girip içmeye başladım. O sırada yanıma oturan güzel bir Danimarkalı kız ve arkadaşı ile sohbete başladım. Gerçekten Danimarkalı'lar çok keyifli insanlar, bir defa çok eğlenceli, esprili ve ironikler. Evet ironik sözünü özellikle belirtmeliyim ki kendilerini böyle tanımladılar. Severim ironik insanları ben de ironik bir insanım nasılsa :) Gittikçe etrafımız muhabbete gelenlerle doldu ve oldukça keyifli bir gece geçirdim, gecenin ilerleyen saatlerinde başka bir mekanda eğlenceye devam ettik. Burası da bir asyalının işlettiği bir mekandı, anlayacağınız Danimarka'da Danimarkalı birşey yok :) Sigara yasak olmasına rağmen çoğu yerde kaçak içiliyor, tıpkı Türkiye gibi. Sanırım gerçekten Avrupa olmuşuz. Fiyatlar daha uygun ama mekan daha eski, zaten herşey çok eski ve kötü bu şehirde. Açıkçası Taksim'de girmeyeceğiniz yerler bu ülkede güzel kabul ediliyor. Neyse muhabbet ve dostluk süperdi ve ben çok eğlendim. Geceyi ne noktalayıp ertesi gün için hazır olmak üzere mekandan ayrıldım.
Diğer güne geçtiğimizde, yine erkenden yollara düştüm. Şunu belirtmeliyim halkın %40'ı kadarı yabancı. Bunları oluşturanlar zenciler, asyalılar ve müslüman ülkelerden gelenler; kısaca sevimsizler... Ülke klasik bir Avrupa köyü modeli, kalabalık değil, heryerde bisikletliler, bisiklet yolları; izlemesi keyifli değişik bir yaşam var burada. Alışverişi unutun korkunç pahalı, Almanya'da tonlarca alışveriş yaptığım Fishbone bile çok pahalı. turistik ürünler pahalı. Herşey pahalı ve aslında moda açısından zevksiz... Yemek kültürü yok, üstelik tamamen yabancı restaurantlarda dönen bu sektör pahalı ve tatasız. Türkiye bu konuda gerçekten NYC gibi biryer onu bir kere daha anladım. Gittiğimiz İtalyan restaurantı şehrin en iyisiydi, şöyle söyleyeyim toplam 50 m2 x 2 kat, yemekler tatsız, şarap süper. Ah Mezzaluna diyesim geldi! Yemekten sonra yolda 10 farklı Danimarka'lı bulup en iyi gece klübünü sordum ve Danimarkalı'ların dans etmeyi sevmediğini ve pek bir yer olmadığını öğredim. Tavsiye edilen tek "güzel" mekan Floss'du. Güzel kısmı tırnak içinde çünkü üst katta alkolden bayılanlar ve alt katta hem alkolden hem başka şeylerden bayılanlar vardı. toplam 150 m2 bir mekan. Taksim'in en kötü barı burdan daha güzeldir ve iç açıcıdır emin olun.
Özetle, evet medeni bir ırk, evet güzel eski binalar var, evet keyif almak isteyince insan tek başına da keyif alabiliyor gezilerden. Diğer yanda İstanbul her konuda almış başını gidiyor. Şu sevimsiz göçler durursa ve hatta geriye göçle, zamanında buraya gelip hayatımızı çekilmez hale getiren avam ırk köylerine geri giderse, bilin ki İstanbul dünyanın başkentidir.
Ps: Havaalanında dönüşte çok sorun yaşadım, diş macunumu bile uçağa almadılar, pratik zekada sınıfta kalırlar. Uçağa ne alıp alamayacağınızı iyi öğrenin yoksa herşey çöpe gidiyor.

Cirque Du Soleil

Tür : Sirk
Etkinlik Tarihi : 04 Mart 2011
Sanatçı : Cirque Du Soleil
Yer : Abdi İpekçi Arena
Adres : Abdi İpekçi Spor Salonu, 100. Yıl Cad., Kazlıçeşme / İstanbul
Başlama : 20:00
Bitiş : 23:00
Detay: Efsanevi topluluk Cirque Du Soleil, en köklü gösterilerinden Saltimbanco ile 19 Şubat-4 Mart tarihleri arasında ilk kez Türkiye'de!
İlk izlediğimde aman tanrım bu cennetten inme dediğim bir sanatsal gösteri yaratmaktadır Cirque Du Soleil grubu. Öyle başarılı ve öyle kendine münhasır bir gösteridir ki taklitleri bile var olamamaktadır. Yıllardır tek ve yektir. Mutlaka izlemeniz gerektiğini düşündüğüm bu grup en erken program boşluklarını ancak bir kaç yıl öteye verebiliyor. Böyle bir grubun ülkemize gelmesi mucize gibidir ve kesinlikle kaçırılmamalıdır.

Biletler Biletix'te. Bilet fiyatları:

1. Kategori: 163,50 TL
2. Kategori: 136,00 TL
3. Kategori: 109,00 TL
4. Kategori: 82,50 TL
5. Kategori: 55,50 TL

Naif, güzel ve korkunç

Kim bilebilirdi ki bale gibi naif bir sanat, içinde büyük bir korku ve gerilim barındırabilsin.
Filme başlarken aslında oldukça düşük bir konsantrasyonla ve sevgilimin hatırını kırmamak adına başladığımı söylemek isterim. Ne film hakkında ki övgüler ne de imdb puanı ilgimi çekmemişti. Altı üstü balerinler dünyası konulu bir film ne kadar ürkütücü olabilirdi ki... Elbette ki sanatsal filmleri ve müzikalleri severim ancak hiçbiride bu denli bir fanatizm örneği taşımamaktadır. Sınırlı beklentilerimle başladığım filmde sakin geçirdiğim bir saniye, gerilmediğim bir sahne olmadığını belirtmek isterim. Büyük şaşkınlıklarla seyrettiğimiz ve sürekli ah, uh sesleriyle sahneleri geçiştirmeye çalıştığımız anlar oldu. Evet itiraf ediyorum büyük bir önyargıyla izlediğim bu film, beni daha izlerken esir aldı ve gün geçtikçe de almaya devam ediyor. Mutlaka izlemeniz gerektiğini belirtmek adına bu yazıyı kaleme alıyorum ve şunu da belirtmek istiyorum, aslında görünen dünya görünmeyenin yanında ufacık bir detay olarak kalıyor. (Iceberg benzetmesinden bıktığımdan bu şekilde yazdım...)
Bir dipnot düşmeliyim; bu filmin ardından Devil filmini izledim ve bende en ufak bir korku ve gerilim kıvılcımı bile yaratamadı. Blackswan bir baş yapıt tartışılmaz, teşekkürler bana bunu izlettiğin için sevgilim ve siz okuyuculara da iyi seyirler...

Sanat Medeniyetin En Büyük Göstergesidir

Ankara ve İstanbul'da ne zaman metroya bindiysem düşündüğüm hep tek şey olmuştur, neden bu kadar düz oldukları.
Aslında basit ve yaratıcı metodlarla neler yapılabilirdi diye hayl kurarken de, İsveç ve inanılmaz metrosundan sizleride haberdar etmek istedim. Medeni toplumlarda sanat içine girdiği herşeyi güzelleştirip bir değer katarken, bizde ancak bazı bayağı insanların ucube yorumlarıyla hedef tahtası haline gelmektedir. Sanat elbette ki medeniyetin en büyük göstergesidir ve yaşama anlam katmaktadır. İşte sizlere İsveç metrosundan bir resim, sizcede böyle bir metroya hergün girmek bir zevk olmazmıydı?
Umarım birgün Türkiye'nin de böyle sihirli bir ülke olduğunu görmek hepimize kısmet olur. Sevgilerle...

21 Şubat 2011 Pazartesi

Sizce de Yeni Superman Süper değil mi?

Evet efsane geri dönüyor üstelik eskisinden daha çekici bir oyuncuyla.
Warner Bros. Pictures and Legendary Pictures, yeni çekilecek Superman filminin kahramanını açıkladı. Christopher Nolan yapımcılığında tekrar beyazperdeye gelecek olan ve yönetmenliğini Zack Snyder'in yapacağı yeni 'Superman' için aylardır aranan oyuncu nihayet bulunmuş. Evet bu müthiş yakışıklının adı Henry Cavill.
2012 yapımı olacak filmi şimdiden heyecanla bekliyorum ;)

Gerçekten gerçek mi?

Yukarıda ki resimde ilginç olan da nedir diyorsanız, önce tekrar bir bakın ve sonra da yazımızı okuyun.
Evet şimdi tekrar bakıp anlamadığınıza göre, ben size anlatayım. Yukarıdaki gördüğünüz aslında bir fotoğraf karesi değil, aksine özbeöz el ile yapılmış bir tablo. Nasıl ya atıyorsun dediğinizi duyar gibiyim, ancak atmadığımı kanıtlayabilmek adına size bu muhteşem sanatı internette araştırmanız için anahtar kelimeyi veriyorum; "Hiperrealizm". Sürrealizmin en uç noktalarını yoklayan insanoğlunun, sanatla gerçeklik arasında ki son macerası budur. Yıllar yılı boşlukta kalmış bir alanın doldurulmasıyla bizlere bu ihtişamlı tablolar eser olarak kalmaktadır. Evet şimdi birazcık araştırma yapıp neler göreceğinize şaşırma vaktidir.
What the bleep do we know filmini bilenler şu cümleyi hatırlarlar; "What is reality?". Kuantuma girmeden ben artık kaçar ve bol sanatlı günler dilerim.

Uyumsuzluğun Uyumu

Uzun süredir izlediğim, bayıldığım, ancak emin olup sizlere doğru yol göstermek adına izlediğim bir moda; uyumsuzluğun uyumu.

Zamanında şık olmak için bazı kavramlar vardı ki bunlardan biride uyum konusuydu. Uyumsuz parçalar korkunç bir görüntü kirliliği yaratıyordu. ancak tüm dünya gibi trendlerde değişti. Artık uyumsuzluğun yarattığı uyum en son moda ancak elbette ki bazı konulara çok dikkat edilmesi gerekiyor. Bir defa bunlardan en önemlisi tüm parçaların tek tek bir sanat eseri zerafetinde ve güzelliğinde olması, aynı zamanda bir pop art özelliği taşıması ve tabii ki uyumsuzluğun uyumunu yakalayabilecek derin bir zevk skalası. Aksi taktirde oldukça korkunç görüntüler bu binyılda da kaçınılmaz olabilir.

Biraz inceleyip ortaya neler çıkartabileceğinize inanamayacaksınız. Bir de dip not bu moda yalnızca kadınlar için değil erkekler içinde geçerli, örneklerini İstinye Park Etro mağazasında rahatlıkla bulabilirsiniz...

Tanrıçaların önlenemez yükselişi

Bu yazın trend konsepti "Tanrıçalar".
Her yıl modanın geçmişe dönen esintilerle karşımızda olmasına alıştık. Belli ki daha uzunca bir süre fütüristik etkiler hüküm süremeyecek. Bunun sebebini ben kendi adıma geçmişin romantik ve duygu dolu dünyasından kopamamak olarak benimsiyorum. Teknoloji ve çağ o kadar hızlı ilerledi ki duygular bu hıza ayak uyduramadı. İşte tam da bu sebeplerden dolayı geçmişi halen kıyafetlerimizle kutsuyoruz. 2011 yazının trendini belirleyen ise son dönemin yükselen dizisi Spartacus. Kadınlar uzun zamandır tanrıça olma hissini unutmuştu, şimdi ise rahatlığın, görkemin ve sadeliğin ön plana çıktığı bu Helenistik dönem elbiseleri tekrar moda. Elbette giymek için ince bir fizik ve güçlü bir duruş gerekiyor. Aksi taktirde sadece bir hizmetçi olmakta mümkün bu bez parçalarının altında.

Her zaman söylediğim gibi; ne giydiğiniz değil, nasıl taşıdığınız önemlidir.

http://www.tommytrend.com/